Burak Yerlikaya'nın yazıp yönettiği ve Aytaç Uşun, Deniz Güzelmeriç Haddad, Gürhan Altundaşar, Ilgaz Kaya, Tiraje Başaran ile Ayşe Selin Yanar'ın rol aldığı Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim, 27 Ocak'ta Maximum UNIQ'te prömiyerini yaptı.
TiyatroRam tarafından sahnelenen bir aile dramıdı olan oyun, aile bağlarının karmaşıklığını, geçmişle yüzleşmeyi ve bugünün gerçekliğiyle başa çıkmayı konu alıyor.
Yazarın gerçek bir hikâyesinden yola çıkarak kaleme aldığı ve yoğun bakım koridorunda geçen Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim, geçmişte yaşananların ağırlığını taşıyan ve babalarının neden burada olduğunu öğrenmeye çalışan aile üyelerinin psikolojik gerilim yüklü hikâyesini anlatıyor.
26 Şubat'ta Maximum UNIQ'te yeniden sahnelenecek oyunun yazarı ve yönetmeni Burak Yerlikaya; Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim oyununun yaratımından, sahneye kadar olan süreci T24'e anlattı.
Burak Yerlikaya
- Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim’in hikâyesini sizden dinleyelim ve yazarken sizi en çok etkileyen şey neydi? Ayrıca hikâyeyi yazarken kendi deneyimlerinizden yola çıktığınızı öğrendim, bu konuyu da biraz açar mısınız?
Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim aslında bir evlat olarak aile içindeki rolümüzü, babamıza karşı hissettiğimiz karmaşık duyguları ve geçmişteki travmaların nasıl bugüne yansıdığını anlatıyor. Benim için bu hikâye, kendi hayatımdan ve çevremden izler taşıyor. Ailemdeki bireylerin yaşadığı zorluklar ve onların çocukları olarak bizlerin onları anlamaya çalışma çabamız… Bu, biraz kişisel bir yüzleşme gibi. Yazarken beni en çok etkileyen şey, her bireyin kendi içindeki çatışmayı ne kadar bastırmaya çalıştığıydı. Aile üyelerinin birbiriyle konuşmak yerine, sessizce acı çekiyor olması bence modern aile yapısının derinlerinde gizli bir mesele.
Oyunun metnini yazmaya babamın kanser olduğu dönemde, annem ile olan dertlerimi dışa vurabilmek için başladım. Fakat yazmaya başladığımda oyunun içindeki karakterler ile empati kurduğum ve onları da anladığım bir sürece dönüştü. Bu annemle olan ilişkime de pozitif yönde yansıdı. Babamın hastalık sürecinin ilerlemesi ile yazmaya ara verdim. Babamı kaybettikten sonra da oyunu onun anısına, ona bir veda olarak yazmaya devam edip bitirdim. Karakterleri eleştirel bir dille yazmaya başladığım oyun sona erdiğinde onları da anladığım, dertlerine ortak olduğum bir noktaya geldi. Aslında oyun sayesinde ailemle ve yaşadıklarımızla barıştım, değiştim ve dönüştüm diyebilirim. Belki bu da babamın bana son hediyesi olmuştur…
- Oyunun adı Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim de iddialı. Sizce gerçekten annemiz-babamız gibi mi olmak isteriz, yoksa bizi biz yapan onlardan farklı olma çabası mı?
Birçok kişi, ebeveynlerinin hatalarından ders alıp kendisini onlardan farklı bir yerde konumlandırmaya çalışıyor. Fakat bazen, ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, geçmişin izleri onlardan tamamen silinemiyor. Bu yüzden de oyun, hem babanın izinden gitme isteği olan fakat geçmişte yaşadığı travmaların içine sıkışmış bir evlat portresi çiziyor.
Biz ne kadar farklılaşmaya da çalışsak, bir noktada, mutlaka onlara dönüşüyoruz. Bizi biz yapanın onlardan farklılaştığımız yerler ile onlardan aldığımız miras dokunuşların bütünlüğü olduğunu düşünüyorum.
Aytaç Uşun, Gürhan Altundaşar ve Ayşe Selin Yanar (soldan sağa) | Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim oyunundan
- Oyunda oğul ve anne arasında geçen diyaloglar, travmaların nesilden nesile aktarıldığını anlatıyor. Sizce biz, ebeveynlerimizden gelen bu duygusal mirasın yükünden kurtulabilir miyiz yoksa hepimiz kendi ailemizin döngüsünü tekrar etmeye mi mahkûmuz?
Bu çok katmanlı bir soru. Her birey, kendi ebeveynlerinden gelen duygusal yükleri taşıyor. Ama bu yüklerin, kişinin hayatını şekillendirmesi ya da onu kısıtlaması tamamen o kişinin ne kadar farkında olduğuna ve bu yüklerle ne kadar yüzleştiğine bağlı. Bence geçmişin mirasıyla yüzleşmek, onu sadece taşımak yerine bir şekilde dönüştürmek mümkündür. Ama ne yaparsan yap hep bir iz kalır…
- Dünyadaki bütün sanat dallarında ölüm ve geçmişi sorgulama hep beraber işlenen bir tema oldu. İnsanlar sadece ölümle yüzleşince mi geçmişini sorgular? Ayrıca sizi dönüştürdüğüne inandığınız bir yüzleşme ânınız oldu mu?
Benim geçmişi sorgulamam yaşadığım kayıptan daha önce başlamıştı. İçinde hep ölüm korkusunu barındıran biriyim bu yüzden de olabilir, bilemiyorum. Babamı kaybettiğimizde eşim kızımıza hamileydi. Ben o süreçte zaten farkında olarak veya olmayarak başka bir insana dönüşmeye başlamıştım… Bir yandan babamı kaybetme ile yüzyüzeyken diğer yandan baba olacaktım. Şimdiyse artık ben de bir babayım ve bu hayatta yaşanabilecek en olağanüstü dönüşüm diyebilirim.
- Oyunun prömiyerinde yaptığınız konuşmada eşinize teşekkür ederken bir çocuğunuz olduğunda da bahsetmiştiniz. Babanız gibi bir baba olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Bu soru beni her zaman düşündürür. Babanız gibi bir baba olup olamayacağınızı sorgulamak, bir evlat olarak hayatınızda yapmayı amaçladığınız şeyleri düşünmenize sebep olur.
Babam çok verici bir insandı. Kendinden daha çok hep başkalarının konforuna, rahatına önem verirdi. Ben babamdan öğrendiklerimi hem kabul ettim hem de onlardan farklı olarak kendi tarzımı oluşturmak istiyorum. Kızım için onun mutluluğu için ne gerekirse bu açıdan babam gibi bir baba olmayı istiyorum.
Aytaç Uşun ve Ilgaz Kaya | Babam Gibi Bir Baba Olmayı Çok İsterdim oyunundan
- Metni yazarken hayal ettiğinizle sahneye koyduktan sonra elde ettiğiniz sonuç arasında nasıl bir fark gördünüz? Kolektif yaratıcılığa inanır mısınız, yoksa sizin için metne ve projeye sadık kalmak mı önemli?
Kolektif yaratıcılığa inanıyorum. Metni, oyuncu ile benim aramda seyirciye aktarılmak üzere yazılmış bir araç olarak görüp, ortak bir dil ve fikir birliği ile seyirciye aktarmamız gerektiğine inanıyorum.
Bu yüzden de prova sırasında, fikirlere çok önem ve değer veriyorum. Dönüştürdüğümüz, ekleyip çıkardığımız yerler oldu tabi. Fakat metne sadık kalmak da önemli. Çünkü bazen bir kelime ya da bir duruş, tüm hikâyenin anlamını değiştirebilir.
Metinde ne hayal ettiysem sahnede karşılığını tamamen aldım diyebilirim.
Çünkü ben dekorun tasarımından, ışığına kadar her şeyi kafamda bitirmiş şekilde yazmaya başlıyorum. Oyuncuya proje için gittiğimde tüm dosya hazır oluyor, sürprize açık bir alan bırakmıyorum. Hem kendim için hem oyuncu için… Tiyatroda gerçekçi anlatıma çok önem veriyorum. Bunun için de beraber çalıştığım herkesi aynı çizgiye çekmeye özen gösteriyorum.